Yorgun bir hakikate doğru koşacak ölüm
Hayat ile ölümün karşılaşma diyarı,
Burda yalnız ölümü bekleyen koridorlar.
Bir kere bozulmasın ömrümüzün ayarı,
Yalnızlığa yalnızlık ekleyen koridorlar.
Kim biliyor geceden sabaha var kaç vuruş,
Yorulmuş yüreklerde kim hisseder çağrıyı;
Biter düşme zamanı, kibir, gurur, dik duruş,
İnsan nasıl taşıyor ölüm denen ağrıyı?
Bazen bilmek adına bir divane dönüşü,
Her ruhun bedendeki yazılamaz isyanı.
Belki hicran doludur kandillerin sönüşü,
Yaşamak denen aşkın tadılmış mı nisyanı?
Ölüm her başlangıcın kucakladığı sonda,
Belki de son kapıyı açmasıdır göklerin.
Ölüm, renklerin bitip, ayrıntısız bir tonda,
Belki de yaşamaktan kopmasıdır köklerin.
Ya da akan zamana kurulduysa bir saat,
Bir zamanlar şakıyan dillerdeki kusmamı?
İnsan denen varlığın sahibinden bir vaat,
Güllerdeki son soluş, bülbüldeki susmamı?
Ağlamak, açılmayan kapı ardında çile,
Ağlamak, en nihayet sonun gelişi başa;
Ölüm içinde ölüm, ölümü yense bile,
Ömür bir tadımlık aşk, sığar bir damla yaşa.
Bazen de zor dağların düşüşü, yücelerden,
Bozulmuş yuvalarda ağlayışı kuşların;
Ölüm ne ister bilmem, biz garip cücelerden,
Ölüm, beklide sonu gelmesi yokuşların.
İnsanın gurbetidir iki kapılı bir han,
Denilecek ki bir gün”; Bir hiçmiş geri kalan”,
Bir sır ki ötelerden, aynadaki bir nihan,
Yalan bu dünya yalan, ta en başından yalan.
Biz devleri biliriz, hâlâ varlar masalda,
Belki de bir rüyadan çıkıp ta geldi onlar,
Şimdi onlar bir çocuk, omuz üstünde salda,
Belki de yaşamaktan bıkıpta geldi onlar.
Ömrün son şafağında, belki eda zamanı,
Belki yorgun bir yüzde derin coşacak ölüm;
Ufka dalan gözlerde şimdi veda zamanı,
Yorgun bir hakikate doğru koşacak ölüm.
Hamit Hayal / Gönen 29.05.2013